Bir ailenin sıcaklığında büyümek, çocuğun içsel güven duygusunun temel bileşenlerinden birisidir. Ancak her aile bu güvenli alanı sağlama konusunda başarı gösteremez. Özellikle narsistik bir ebeveynin yönettiği aile yapılarında, sevgi koşullara bağlanır, doğrular manipüle edilir ve bireysellik/ ebeveynden ayrılma tehdit olarak görülür. Bu ailelerde çocuklar, açıkça söylenmesi hoş karşılanmayan ama herkesin içselleştirdiği bir kurallar dizisiyle yaşar. Ne zaman konuşacaklarını, neyi söyleyip neyi saklayacaklarını, kimi memnun etmeleri gerektiğini öğrenirler. Üstelik bunların hiçbirini bir duvarda asılı aile kuralı tablosundan değil, zorunda bırakıldıkları için edinirler.
Narsistik ebeveyn, genellikle kendi ihtiyaçlarını ailenin merkezine yerleştirir. Onun onayı, övgüsü ya da öfkesinden korunmak için gösterilen çaba zamanla tüm ailenin ortak uğraşı haline gelir. Bu uğraş, özellikle çocukların ruhsal gelişiminde belirleyici olur. Çünkü narsistik yapının baskın olduğu bir ailede çocuk, "ne hissediyorum?" sorusundan çok "annem/babam şimdi ne istiyor?" sorusuyla yaşar. Böylece duygusal antenleri dışa çevrilir, iç dünyası ihmal edilir.
Zamanla çocuklar kendi ihtiyaçlarını bastırmayı öğrenir. Kızgın olduklarında bile gülümsemeyi, ağladıklarında yalnız kalmayı, gururlandıklarında sessizleşmeyi tercih ederler. Çünkü narsistik ebeveynin gölgesi altında, dikkat çekmek bir tehdit, farklı olmak bir sapma, itiraz etmekse bir suçtur. Bu nedenle çocuk, kendini değil, ebeveynin duygusal iklimini izlemeye başlar. Büyüdükçe bu gözlemcilik alışkanlık halini alır. İlişkilerde özür dilemeyi abartır, bir tartışmada önce kendini suçlar, hatta bir başkasının mutsuzluğundan kendini sorumlu hisseder. Çünkü çocukluğunda öğrendiği şey, başkalarının duygusal dengesi için kendini feda etmenin “norm” olduğudur.
Bu yapı sadece çocuğun birey olmasını engellemez, onun benliğini de parçalar. Kim olduğunu, ne istediğini, neye inandığını netleştirmek için gereken özgür alan ona hiç tanınmadığı gibi kendine “özgü” olan her şeyi ebeveynin beklentilerine uygun bir şekilde inşa etmesi beklenir. Aile içinde sadakat, çoğu zaman itaatle karıştırılır. Bağımsızlık ise nankörlük olarak etiketlenir. Böylece çocuk, sevgiyle itaati birbirine karıştırarak büyür. Bu çarpık denklem, ileriki ilişkilerine de taşınır.
Narsistik bir ailede büyüyen birey, hayatı boyunca “normal”in ne olduğunu sorgulamak zorunda kalır. Kendi duygularına güvenmekte zorlanır, çünkü çocukken bu duygular çoğu zaman geçersiz sayılmıştır. Yetişkinlikte sınır koymakta güçlük çeker; hayır demek vicdan azabını tetikler. İç sesi genellikle ebeveynin sesiyle karışır: "Yeterince iyi misin?", "Bunu yapmaya hakkın var mı?", "Beni hayal kırıklığına mı uğratıyorsun?"
Ama bu hikâye burada bitmez. Çünkü farkındalık bir kırılma anıdır. Birey, aileden gelen bu görünmeyen kuralları sorgulamaya başladığında, kendi gerçekliğini keşfetmenin ilk adımını atar. Belki kolay değildir, belki yıllar sürer. Ama bir gün kendi sesini diğerlerinden ayırt edebilmeye başlar. Ne hissediyor, ne istiyor, neye ihtiyaç duyuyor? Bu sorularla yüzleşmek cesaret ister ama aynı zamanda iyileşmenin kapısını aralar.
Narsistik bir ailede büyümek, görünmez zincirlerle yaşamaktır. Ama bu zincirler fark edildikçe gevşer. Ve zamanla, birey kendi duygularına kulak vermeyi, sınır çizmeyi ve en önemlisi de kendini sevmeyi öğrenebilir. Çünkü sevgi, korku ve itaate değil; anlayış, saygı ve özgürlüğe dayanmalıdır.