Bazı ilişkiler bitse de, döngüleri bitmez. Partner değişir, ortam değişir, zaman değişir… ama yine kendimizi aynı yerlerde buluruz: Yine fazlasıyla vermiş, yine yeterince sevilmemiş, yine anlaşılmamış, yine yalnız kalmış… Şema terapi bu tekrarların nedenini “çocuklukta inşa edilen zihinsel kalıplar”la açıklar. Bu kalıplara şema denir. Şemalar, erken yaşlarda şekillenir ve bireyin kendisi, diğerleri ve dünya hakkında geliştirdiği inançların bir özeti gibidir.
Eksiklik hissi ise bu şemalardan belki de en sızlatanı. Erken yaşlarda duygusal ihtiyaçlarımız – sevgi, ilgi, kabul, güven – yeterince karşılanmadıysa, içimizde derin bir eksiklik duygusu yerleşir. Bu his, yetişkinlikte çoğu zaman bilinçli şekilde fark edilmez; ama seçimlerimize, ilişkideki tepkilerimize, özdeğer algımıza sinsice yön verir. Sevilmeyi ararken, aslında sürekli eksik kalan bir parçayı tamamlama çabası içindeyizdir.
İronik olan şu ki, eksiklik şeması bizi “eksik bırakacak” insanlara çeker. Çünkü tanıdıktır. Çocuklukta birincil bağ kurduğumuz figür bize mesafeli, tutarsız, eleştirel ya da kayıtsız davrandıysa, bu davranışları sevgiyle eşleştirmiş oluruz. Yetişkinlikte de bu tanıdık hisleri yeniden yaşatan insanlara yöneliriz. Bir tarafımız “belki bu kez tamamlanırım” diye umut eder. Ama sonuç, çoğu zaman tekrar eden bir hayal kırıklığı olur.
Şema terapi bu döngüyü “yeniden canlandırma” (reenactment) olarak adlandırır. Beyin, geçmişte eksik kalan deneyimi bugünde tamamlamaya çalışır. Yani o çocukken eksik kalan sevgiyi, bugünkü partnerden almaya çalışırız. Ama çoğu zaman seçtiğimiz kişi o sevgiyi verebilecek kapasitede değildir. Ya da biz, biri sevgisini açıkça verdiğinde “bu gerçek olamaz” diye geri çekiliriz. Çünkü zihnimiz eksik kalana o kadar alışmıştır ki, doluluğu tehdit gibi algılar.
İşte bu yüzden aynı ilişki döngülerine düşeriz. Çünkü içimizde tamamlanmamış bir senaryo vardır. Ve bu senaryoyu, farkında olmadan tekrar tekrar sahneye koyarız. Ta ki fark eder, izler, yüzleşir ve yeni bir seçim yapacak cesareti bulana kadar.
Şema terapi, bu tekrarların kökenine inip onları dönüştürme imkânı sunar. Eksiklik hissi, yalnızca sevgisizlikle değil, şefkatle yüzleşilmesi gereken bir yara gibidir. Ne kadar görünmezse, o kadar yönetir. Ne kadar görünür olursa, o kadar iyileşebilir.