Zeka Üzerine Yanılıyor Olabilir Miyiz?

 

Zeka nedir? Nereden gelir? Bu soru, psikolojinin en eski ve en inatçı tartışmalarından biri olmaya devam ediyor. Yüz yılı aşkın süredir süren bu fikir savaşları, hâlâ kesin bir yanıt getiremedi. Kimi araştırmacılar zekanın biyolojik temellerine odaklanırken, kimileri çevresel faktörlerin etkisini savunuyor. Ortada sayısız teori, analiz ve tartışma var ama bir türlü ortak bir noktada buluşulamıyor. Ve işin ironik yanı şu: Belki de zekanın ne olduğu ya da nereden geldiği, düşündüğümüz kadar önemli değil.

Asıl mesele, sahip olduğumuz zekayla ne yaptığımız.

“Etkin zeka” kavramı burada devreye giriyor. Yani, kağıt üzerinde ölçülen bir IQ puanından ziyade, zihinsel kapasitemizi günlük yaşamda nasıl kullandığımız. Çünkü bilim, defalarca kez gösterdi ki; zihnimizin verimini artırmak da elimizde, farkında olmadan onu baltalamak da.

Ve dürüst olalım: Çoğumuz ikinci senaryoya daha aşinayız.

Gece uykusuz kalmak, alkolün yarattığı baş dönmesi, durmaksızın ekran kaydırmak… Hepsi zihinsel sisin bir parçası. Dikkatimizi parçalayan ortamlarda yaşıyor, derin düşünceye fırsat tanımadan sürekli tepki vermeye zorlanıyoruz. Sonra da neden net düşünemediğimize şaşırıyoruz. Halbuki motor çalışmaya hazır; biz sadece direksiyona geçmiyoruz.

Bu noktada başka bir handikap ortaya çıkıyor. Zeka, birçok kişi için konuşulması rahatsızlık veren bir konu. “Ya yeterince zeki değilsem?” endişesi, birçok insanı bu alandan uzaklaştırıyor. Oysa zekanın ölçümünden çok, onu nasıl kullandığımız önemli. Okulda düşük notlar alan bir çocuk, sistemin o an ona uygun olmaması nedeniyle kendini “yetersiz” sanabiliyor. Halbuki zihinsel potansiyel, uygun ortam ve alışkanlıklarla açığa çıkabilen bir şey.

Zekayı geliştirmek ya da daha etkili kullanmak için sihirli bir formül yok. Ama işe yarayan yöntemler var. Ve bu yöntemlerin çoğu, şaşırtıcı biçimde, herkesin ulaşabileceği kadar basit.

Öğrenmenin en verimli yolu, konuları karıştırarak ve düzenli olarak kendimizi test ederek ilerlemek. Bu, daha zor bir yol gibi görünebilir ama tam da bu zorluk, beynin gelişmesini sağlar. Ayrıca, bilgiyi okumak—özellikle dikkatli ve sindirerek—dinlemekten daha etkilidir. Beyin, fazla “kolay” gelen şeyleri kısa sürede unutur; zorlandığı bilgileri ise daha kalıcı biçimde işler.

Hafızayı güçlendiren yöntemlerden biri de “chunking”, yani bilgileri parçalara bölerek gruplandırmak. Bir diğeri ise hafıza sarayı tekniği—ki doğru kullanıldığında, antik Roma’daki hatipler gibi uzun metinleri bile ezberden aktarabilirsiniz.

Ve hareket. Evet, sadece egzersiz değil; düzenli hareket, beyin sağlığı üzerinde doğrudan etkiye sahip. Yürümek, dans etmek, spor yapmak—hepsi zihinsel performansı destekliyor. Çünkü beyin, hareketsizlik için değil, hareket hâlindeyken çalışmak üzere evrimleşti. Doğayı keşfederken, yürürken, yönümüzü bulmaya çalışırken düşünmeye programlıyız.

Zekamız, pasif bilgi tüketimiyle değil, aktif katılımla gelişiyor. Merak etmek, soru sormak, tartışmak, hata yapmaktan korkmadan denemek… Bunlar yalnızca çocuklara değil, her yaştan insana zihinsel canlılık katar.

Zeka, statik bir puan değil. Yaşam tarzımıza göre şekillenen, keskinleşebilen ya da körelebilen bir beceri seti. Ve bu nedenle asıl farkı yaratan, günlük alışkanlıklarımız. Ne kadar iyi uyuyoruz? Ne kadar hareket ediyoruz? Ne kadar sorguluyoruz?

Gerçek şu ki, IQ testi sonuçları kim olduğumuzu belirlemiyor. Ama nasıl düşündüğümüz, neye dikkat verdiğimiz, hayatı nasıl karşıladığımız—işte bunlar zekamızın gerçek yansıması.

Ve iyi haber şu: Bunların hepsi bizim kontrolümüzde.